İslamî ve Batı Psikolojik Düşüncesinde Benlik Kavramına Dair Mukayeseli Görüşler
Psikoloji alanında “benlik” kavramı merkezi bir konum işgal eder; hem teorik çerçeveleri hem de tedavi uygulamalarını şekillendirir. Batı psikolojisi, bilhassa Freudçu ve hümanist modeller, uzun zamandır benlik araştırmalarında hâkimiyet kurmuş olsa da, gayr-ı Batı gelenekleri insan tabiatını anlamada zenginleştirici alternatif bakışlar sunar. Bu geleneklerden biri de tasavvufta billurlaşan İslamî düşüncedir. Tasavvuf, Batı psikolojisinde çoğunlukla göz ardı edilen, fakat incelikli ve çok katmanlı bir benlik (nefs) anlayışı ortaya koyar. Hayati Aydın, “İslam Geleneğinde ve Batı Psikolojisinde Benlik Kavramları: Mukayeseli Bir Tahlil” başlıklı makalesinde İslamî ve Batılı benlik anlayışlarının benzerliklerini ve farklarını irdeleyerek karşılıklı etkileşim imkânlarını araştırır. Aydın’ın çalışması göstermektedir ki her iki gelenekte de benlik tasavvurlarında önemli kesişimler bulunsa da, İslamî düşünce manevî ve ahlâkî boyutları da içine alan daha zengin ve bütüncül bir çerçeve sunmaktadır. İslamî Benlik Anlayışı: Nefs ve Mertebeleri İslam geleneğinde benlik, yani nefs, yekpare bir varlık olmayıp, ahlâkî ve ruhî tekâmül basamakları boyunca değişip gelişen çok boyutlu bir kavramdır. Aydın, nefse dair birkaç önemli mertebeyi öne çıkarır. En alt düzeyde “nefs-i emmâre” (buyurucu nefs) bulunur ki, şehvet ve içgüdülerle hareket eder. Bu mertebe, kötülüğe, günaha ve ayartıya meyleden iç benliği temsil eder. Aydın, bu hâli Freud’un “id” kavramına benzetir; zira id de haz ilkesine tâbi, bilinçdışı, ilkel dürtülerin merkezidir. Ancak Freud’un id’i daha belirleyici ve değişmez bir unsur iken, İslamî gelenek nefste manevî terbiyeyle dönüşüm imkânını kabul eder. Bir sonraki mertebe “nefs-i levvâme”dir (kınayıcı nefs). Bu, insanın kendi ahlâkî kusurlarıyla hesaplaştığı, özeleştiri yaptığı ve vicdanî muhasebeye giriştiği seviyedir. Henüz zaaflardan arınmamış olsa da kişi artık kendi yanlışlarını […]